12 Eylül 2010 Pazar

İş dünyasının psikolojiye ihtiyacı var mı ?

İş hayatına beyin bilimleri ve davranış bilimlerinin uygulanmasının iyi örneklerini oluşturmak isteyenlerdenim. Yetişkin bireyin hayatının önemli parçalarından birisi çalışmak ise (Freud’a göre, birisi çalışmak, diğeri de, tahmin edileceği üzere, sevmek) psikiyatri ve psikoloji alanında çalışanlar olarak, bu alandan uzak kalamayız, diye düşünüyorum.
Çalışma deyince sadece işadamlarını anlamadığımız aşikâr; ama, şu anda en ilgi çeken ve sonuç yaratan alan olduğundan ötürü, yazılardaki düşünceler âdetâ “büyük şirket” modeline sınırlı gibi düşünülebilir. Çalışma hayatının diğer boyutları da zaman içinde nâsibini, elbette, alacaktır.
Hem iş hayatı açısından, hem de bireysel gelişim açısından olumlu sonuç getirebilecek formüller bulmak ilk bakışta zor gibi gözükebilir. Oysa, hem işte, hem de özel hayatımızda kullandığımız beyin sistemleri aynı. Bu sistemin ilkelerini anladığımız ölçüde, farklı koşullarda nasıl çalışacağını kestirebilir; hayatımız üzerindeki etkimizi arttırabiliriz. Geçtiğimiz ay İstanbul’da yaptığım “zor zaman, zor karar” konuşması sonrasında, İş’te Sabah için yapılan bir röportajdan alıntıları aktarıyorum.
· İş dünyasının psikolojiye, beyin bilimlerine ihtiyacı var mı ? Bir süre önce gazetede Turkcell'in (yazının yazıldığı tarihteki) genel müdürü Muzaffer Akpınar’ın 'benim için en zor olan yatırım, makine ya da para ile yapılanlar değil insanlara dokunan kararlardır' dediğini okudum. İşte psikolojik olarak düşünebilmenin bir iyi örneği. Artık birçok yönetic, işlerin insanlarla varolduğunu ve insanları anlamaksızın işlerin iyi yapılamayacağını biliyor. Bunun için de, psikolojiden, beyin ve davranış bilimlerinin bulgularından yararlanması gerekiyor. Kitaplar, konferanslar, çalışma grupları Ancak, duygu ve düşünceden söz eden her konuşma ya da kitap, aynı bilimsel nesnellikte değil. “Sevmek güzeldir”, ya da “olumlu düşünelim olumlu yaşayalım” gibi genelgeçer öneriler bir çok yerde psikolojik yaklaşımlar olarak sunuluyor. Diğer yandan da, adının başına “nöro” ya da “biyo” gibi bilimsel kokulu tamlamalar getirilince, bilimsel bir vitrin kazandırılmaya çalışılan, ama bilim ile, beyin ile ilişkisi bundan ibaret yaklaşımlar da bolca...
· Bilimsel görüş tam olarak nedir o zaman? Bilimsellik, çokça kullandığımız, ama içinin doldurulmasına giderek daha çok ihtiyaç duyulan bir kavram. Bilimsel görüş sadece belli bir mantık silsilesi izleyen bir görüş değildir. Doğruluğu sadece söyleyenin uzmanlığına dayanamaz. Bilimsel görüş, en çok görüşü öne sürenin eleştirmeye, eksiğini bulmaya çalıştığı görüş... Deneysel olarak kanıtlanabildiği ölçüde, sağlamlaşan, ama hiçbir zaman kesin ve sağlam “hissetmeyen ve hissettirmeyen” görüş... Bilimsel bakış açısı, kuşku duyan, emin olmayan, bu yüzden de rahat durmayıp cevap arayan bakış açısıdır. Bilimsel düşünüşün iş hayatında yeri olmasına bir çok kişi dudak bükebilir; çok farklı düşünüş şekilleri olduğunu söyleyebilir. Bilimsel düşünüş şekli, olaylara bakış açılarımızı mutfakta bile farklı kılabilir; iş’te neden olmasın? Beyin ve davranış ilişkisini anlamak böyle bir şey, zaten.
· Pozitif hissedelim; sevelim sevilelim. “Pozitif hissedin,” “ sevelim, sevilelim”, “paylaşımda bulunalım” ya da tam tersi yönde, “duygularınız ile düşüncelerinizi karıştırmayın” gibi kulağa hoş gelen, hangisine uyacağımızı şaşırdığımız binlerce öneri var. Bunları birbirinden nasıl ayırdedeceğiz, kişiler ve kurumlar için yararlı hâle getireceğiz? Duygu ile düşüncenin karışması konusu hakkında biraz düşünelim. Duyguların düşünceyi yönetmesinin iyi olduğu anlar var. Örneğin, tehlike olduğunda duyguların ön planda olması, yaşama şansını arttırıyor. Karşına aslan çıktıysa kaçacaksın. Diğer yandan, insanlar bazen kendilerini tehlikede hissederek, duygularıyla hareket ediyor. Ortada sanıldığı kadar tehlikeli bir durum yoksa, düşüncelere (“akıl ve mantık”) kulak vermek daha işe yarar olabilir. Örneğin, yöneticiniz hazırladığınız sunumu hiç beğenmediğini açıkça söylediğinde, bunu varlığımıza dönük bir tehlike olarak görüp karşı saldırıya geçersek duygularımızın “talimatıyla” bir yanlış yapmış oluruz. Kısaca, kayıtsız şartsız ve her zaman, yüreğimizin götürdüğü yere gitmesek daha iyi olabilir. Özellikle, iş yerinde...

Hiç yorum yok: