16 Eylül 2010 Perşembe

aile kalınabilir mi ?

Haftabaşında Yaprak Özer'in televizyon programına konuk oldum. Konu aile şirketleriydi. Aile olarak kalabilmek ile şirket olmak arasındaki uyumu sağlayabilmek için neler yapılabilir? Anne ve babanın çocuklarını, çocukların anne-babaları tanımaları ile başlanabilir. Evlatlar, kardeşler, kuşaklar... Yerinde sorularla kenarından köşesinden irdelediğimiz konular bitmedi tabii ki. Konuşmanın görüntülerini ve yazıya dökülmüş halini ekteki linkte görebilirsiniz.

http://yaprakozer.com/2010/09/16/aile-kalmak-sirket-olmak/


linki yapıştırmayı da deneyebilirsiniz. bir sebeple tıklanamz ise...


redakte edilmemiş yazılı halini aşağıya kolaylıkolsun diye yapıştırıyorum; görüşmeyi yürüten Yaprak Özer, cevap veren bendeniz:

Kamuoyunun aslında çok yakından tanıdığı bir ismi ağırlıyorum. Prof. Dr. Yankı Yazgan. Hoş geldiniz.

YY: Hoş bulduk, Yaprak Hanım. Merhaba.

- Aslında siz Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesisiniz. Bunun dışında Yale Üniversitesi ile bir bağlantınız var.

YY: Evet. Orada daha çok araştırmacı öğretim üyesi olarak çalışıyorum.

- Ve zaten serbest çalışıyorsunuz. Bu arada konuşmalarınızı takip ediyorum. Değişik kurumlarla da bir şekilde onların içersinde bulunuyorsunuz. Hatta bugün sizi davet etmemi sağlayan yani neden şimdi bir psikolog, kariyer rehberi tabii ki pek çok neden bulabilirdik ama ben çok hoşuma giden bir gerekçe buldum da onu hemen paylaşmak istiyorum. "Aile kalmak ve şirket olmak". Tabii ki sizin başka kitaplarınız da var. Bizim bugünkü konumuz, aile şirketleri.

YY: Güzel.

- Sizinle de bu anlamda, deneyimlerinizden faydalanmak istiyorum. Aile şirketleri Türkiye'de herhalde ekonominin çok önemli bir bölümü aile şirketidir.

YY: Galiba % 90 küsurlarda diye değişik yerlerde...

- Daha bile fazla anladığım kadarıyla...

YY: Aile şirketi olmayan bir yer pek yok. Birçok büyük şirket sahibi şirketler bile aileler tarafından yönetiliyor. Çoğunluk hisselerine aileler sahip. ... teşebbüsleri haricinde galiba neredeyse hemen hemen hepsi.

- Geriye kalanlarda aile şirketi... Şimdi bu kitabın başlığını aile kalmak şirket olmak, ben biraz ters mi anlıyorum? Tersi anlamayı biraz açmak için...

YY: Tabii, çok güzel olur.

- Aile olunca şirket mi olunmuyor, şirket olunca aile mi kalmıyor yani? Başlıktan ben bunu mu anlamalıyım.

YY: Şimdi tabii bu kitapçık ve bu konuda ben çocuk ve aile psikiyatrisi uzmanıyım. Yani psikiyatristim. Özellikle ayrıca da çocuk ve ergenlerle ilgili, gençlerle ilgili ek bir uzmanlığım daha var ve işim gereği aileler ile çalışıyorum. Her boydan, her soydan, her değişik problemlerle genellikle bazen de ortada bir problem olmadan başvuran insanlar. Ve bu insanların bir bölümü şirketler v.s sahibi insanlar olduğu için bir parça fikir sahibi oldum. 8-10 yıl önce Türkiye'de serbest çalışmaya başladıktan sonra daha fazla fikir sahibi oldum. Ve zaman içersinde de bu konuya ilgimi far eden özellikle o sırada kurumsal yönetim derneği başkanlığı yapan Ümit Ergüner bu işe öncülük etmiştir. Sonra sayın Tayfun Beyazıt'ın başkanlığı döneminde de devam etti.

Kurumsal yönetim derneği aile şirketleriyle bilgiyi birleştirmek için ciddi çabalar içersine girdi aslında epey bir zaman. Ve bunun bir parçası olarak yapılan kurslarda ben de misafir öğretim görevlisi olarak yer aldım. Bu sayede aile şirketleriyle Türkiye'nin dört bir yerine gittim. Orada gördüğüm kavramlardan giderek, bu isim ortaya çıktı. Çünkü bir çok kişi hem şirket olmaya çalışıyor, gerçek iyi iş yapan-düzgün iş yapan ve hayatta kalan bir şirket. Ama bunu yaparken birçok kişinin sıkıntısı ailelerimizi, kardeşlerimizi, eniştemizi, kayınbiraderimizi, oğlumuzu, eşimizi, bunları kaybediyoruz endişesi içerisindeydi. Buna çözüm arayışlarının ürünü bir kitapçık.

- Peki kaybediliyor mu gerçekten? Yani şirket olduktan sonra baba oğlu, oğul babayı ya da işte kardeşler birbirlerini kaybederler mi? İnsan gözü bir başka şeyi mi göremez oluyor? Nedir?

YY:Yani şöyle, belli bir zaman dilimine yayarak baktığınız zaman, bir kere şirketlerin yaşamlarında kuşaklar var: kurucu kuşak, devam ettirici kuşak, geliştirici kuşak vs. diye bölebilirsiniz. Genellikle ilk kuşaktaki aileyle ilgili meselelerden çoğu baba çok ... ya da anne kurucular arasındaysa. Kadınların öncülük yaptığı, sadece kadınlardan oluşan yönetim kurulları olan şirketler var, büyük şirketler ve de bunlar. O anlamda kadınlarla ilgili konularda bazen ihmal ediliyor, ona da özel vurgu yaptığım konuşmalar olmuştur. Ama şu oluyor, çok çalışılıyor, işte evler ihmal ediliyor gibi konulardan bahsetmiyoruz burada, çünkü onun çözümleri bulunuyor. Ama birinci ve ikinci kuşak arasındaki geçişler, ya da ikinciyle üçüncü arasındaki geçişlerde özellikle ailenin büyümesi, başta hesapta olmayan insanların hayatımıza girmesi, evlilikler yoluyla mesela, yeni çocukların olması, eltiler, enişteler, yengeler, bacanaklar...

- Bunlar hep huzuru bozuyor galiba?

YY: Hem üretkenliği ve akılları çoğaltıyor ama bir yandan da her yeni giren kişi kendi kişiliğiyle, kendi gündemi ve beklentisiyle hayatı karıştırıyor. Örneğin, hani var ya paran var mı derdin var diye bir laf vardır aramızda, birçok aile için paranın ve varlığın büyüklüğü bir mesele haline geliyor. Çünkü onu ne yapacağınızla ilgili büyük bir...

- Onu paylaşmak galiba bir süre sonra mesele haline geliyor ki sizin kitapta da ben bakarken, tam olarak cümlenizi hatırlamıyorum ama aile şirketi başarıya ulaştığı an itibariyle gündemi daha farklı mı oluyor diyorsunuz?

YY: Yani şöyle hayatta kalmayı başardığı anda sistem içerisinde bu sefer örneğin çocuklar, en önemli konulardan birisi, çocuklar küçükken değil ama büyüdükçe şirketteki yerleri konusu bugün aile şirketi sahibi, eğer dinleyicilerimiz arasında 45, 50, 55 yaşlarında insanlar varsa, çocukları genellikle 20-25 civarında, hele çok çocuklu bir aileyse, bu çocukları ne yapacakları, nasıl yetiştirecekleri, nereye yerleştirecekleriyle ilgili büyük meseleler çıkmaya başlıyor. Çünkü bir kısmı ehil değil çocukların mesela.

- Peki ne olmalı? Yani şöyle bir başa dönersek, şimdi çocuklar büyüyor, çocuklar çoğalıyor, yani birden fazla çok çocuk olduğunda deneyimlerimiz Türkiye'de bu babadan oğula geçişin bir kere zor olduğunu anlıyorum zaten. Baba bırakmıyor değil mi?

YY: Çok kolay olmuyor. Devretmek çok zor.

- Neden? Çünkü parasını koymuş, emeğini alın terini koymuş, ve teslim edemiyor galiba.

YY: Hayatını vermiş insanlar var Türkiye'de. İnanın kolay değil. Arabanızın anahtarını çıkarıp vermek bile birçok kişiye zor gelen bir şey.

- Peki diyelim verdi yada vermeye karar verdi, orada nasıl bir çelişki oluyor?

YY: Oradaki sıkıntılardan birini ben şöyle görüyorum, hani bunu 5-6 yıl önce daha teorik konuşurdum ama şuanda göre göre olayların içinden gerçekten pratikte, bir kere çocukların o noktaya gelene kadarki zamanlarını yeterince birçok aile henüz tasarlamamış oluyor. Diyelim ki 25 yaşında, Amerika'da okuttunuz, masterını yaptırttınız, getirdiniz çocuğunuzu fakat çocuğunuzun ilgi alanları, merakları, yetenekleriyle uyumlu olmayan bir eğitim aldı, hevesi yok, bulunduğunuz kentteki fabrikaların başında durmaya veya bambaşka alanlara ilgileri var ama siz buna kulak asmadınız, ve çocukla aslında 10 yıl önce başlamanız gereken çatışma 25 yaşında siz onu işin başın oturtmaya ya da bir yerine sokmaya çalıştığınızda ortaya çıkıyor.

- 25 yaşına çocuk gelene kadar, babanın da herhalde bir takım şeyler gözünün önünden geçiyor. Diyelim ki İstanbul'a geldi Anadolu'dan üniversiteye, burada da çok farklı bir hayat, yani bu da az buz bir zaman değil aslına bakarsanız değil mi?

YY: Zaman çok hızlı geçiyor birincisi. Çok yoğun çalışan insanlar buradaki muhataplarımız, zaman çok hızlı geçiyor, fırsat da olmuyor. Hani biraz önce dedik ya o çok çalışılan anne-babanın en önemli şeylerinden, birçok kişi bana diyor ki, ben oğlum ya da kızımı tanımamışım, büyüdüğünü görmemişim, benim kafamdaki gibi değilmiş. Çocuklara diyorsunuz; oğlum, kızım, kardeşim ayıp olmasın çünkü büyük bölümü Türkiye'mizdeki aile şirketlerinin oldukça geleneksel ve muhafazakar yapıdan geliyor, bunu ayıp olarak görüyor. Kendi ayrı bir tercihiniz olmasını, ben bunu istemiyorum demek, önünüze konan yemeği bile istemiyorum derseniz herkes bozulur. Senin için yaptım filan diyor çünkü karşınızdaki. Senin için bütün bu şeyi kurduk, bak senin için filanca bu paralarla neler harcadık, buralara gittin. Bir borçluluk hissiyle büyüdüğü zaman gençlerde, borçluluk çok güzel bir duygudur ama aynı zamanda bir yüktür, öyleyse yükü de yük gibi yerine getiriyorsunuz.

- Yani kendinizi vermeden çalışmak?

YY: Aynen öyle. Ucundan tutuyor herkes, babaların annelerin en büyük şikayeti ucundan tutma, asılmama, kendini vermeme.

- Bunun mesajını verelim. Şimdi ne tavsiye ediyorsunuz? Hemen anlıyorum ki öyle çok çalışmak, evet çok büyük bir meziyettir özellikle kurucular için, onlar olmasa zaten şirketler bugünkü konumlarına gelmezler ama yalnızca işe odaklanıp geri kalanı kaçırmak herhalde...

YY: Çocukları ve aileyi tanımaya zaman ayırmanın ben önemli olduğunu düşünüyorum.

- Peki nedir yani, yazları staja mı gelecek bu çocuk?

YY: İşle ilişki de öyle, doğru. İnanın insan olarak tanımak, yani dirençli mi kırılgan noktaları neler, zayıf yanları neler, iyi güçlü olduğu yanlar neler, çünkü bizim kafamızda hayal ettiğimiz, bizim çocukken hayal edemediğimiz imkanları sunduğumuz çocuklar için bazen sunduğumuz imkanların hiçbir manası olmuyor. Onun için, çocuğumuz için anlamlı olanın ne olduğunu keşfetmenin, hani bir televizyon ekranında sunulabilecek tavsiye ne kadarsa ama hiç olmazsa, beraber zaman geçirmek. Peki beraber nasıl zaman geçireceğiz diyor birçok kişi, diyorum ki hiç olmazsa yolculuk yapabilirsiniz. Gaziantep'ten otomobile bindiğinizde, otomobille Ankara'ya gidiyorsanız, yolda gidiyorsanız, yanınıza da bir üçüncü kişi almadığınızda bir deneyim paylaşmak, bir zaman birimini paylaşmak ve kesintisiz bir zaman dilimi. Örneğin bu 14-15 yaşındaki bir çocukla rahatlıkla yapılabilecek şeylerden birisi.

- Üstelik de keyifli...

YY: Çok da hoş bir şey oluyor, yapıp da pişman olan görmedim hiç.

- Çocuklardan söz açılmışken şunu sormadan geçemeyeceğim. Diyelim ki çok çocuk, yine birinci senaryodaki gibi ama büyük çocuk, kız çocuk. Deneyimleriniz kız çocuğun işin başına geçtiğini gösteriyor mu? Yani kolay geçiyor mu onlar? Baba güveniyor mu kız çocuğuna?

YY: Çok önemli bir nokta.. Şöyle, bazen bazı babaların, yine böyle Türkiye'nin geleneksel tipine uygun birçok babanın, hani böyle birçok aydın gibi gözüken insanın beklemeyeceği düzeyde kız çocuklara hak verdiklerini görüyorum, öncelikler verdiklerini görüyorum. Bu da çok sevindirici, çünkü işadamlığı yapan kişilerin oldukça akıllı insanlar olduklarını biliyoruz ve akıllı insanlar da yaptıkları işi emanet edecekleri kişiyi seçme konusunda (duygusal) olmamaya çalışıyorlar. Hele çocuk, tabii ki bir numaralı çocuk kız da olsa baba gözünde eğer işe ehilse zaten o güne kadar çizgisini belli etmiş oluyor, yaptıklarıyla, ortaya koyduklarıyla, okul başarısıyla, sorumluluk duygusuyla.

- Baba parayı riske atmıyor...

YY: Evet, birçok baba, hani belki pratik yaşamında çok kadın hakları savunucusu gözükmese bile işinin gereği kadının hakkını veriyor. Türk anne-babalarında adalet duygusunun çok güçlü olduğunu görüyoruz ama adalet duygusuyla ilgili mesele bazen saf bir eşitlik midir, yani herkese eşit vermek mi, yoksa herkesin yani meritler ölçüsünde hak edişler ölçüsünde mi dağıtmak, bu konularda da çok büyük meseleler oluyor. Bölüştürme, bölüştürme derken yetki bölüştürme sadece para konusunda da değil, görev tanımları, kim nereye uygun, yerini bulma.

- Var mı peki aile şirketlerinde görev tarifi, görebiliyor musunuz?

YY: Yapmaya çalışan çok kişi var.

- Yapabilen?

YY: Kolay değil.

- Tabii ki kolay değil ama herhalde az değil mi? Yani görevler birbirine geçmiş.

YY: Bakın bu da yine bir çocukluk alışkanlığı. Aile, hani kalmak diyorum ya, şirket olmak, aile kalmak ama bunun ilk basamağı yine aile olmaktan geçiyor. Aile nedir? Aile, bir çocuk psikiyatrisi uzmanı açısından baktığınızda, çocuk deyince herkes küçükleri anlıyor da ben de babamın annemin çocuğuyum mesela, öyleyse ben de bir çocuğum o anlamda, evladım yani, evlat psikiyatrisi uzmanıyım.

- Evet öyle diyorsunuz. Lafınızı unutmayın, kitapta çok hoşuma giden bir şey var, bir örnek vermişsiniz, şimdi kim olduğunu çok net hatırlamıyorum, en büyük çocuk, evlat 65 yaşında birisiymiş galiba. Baba 98 , yani hala çocuk mu?

YY: Baba 88 filandı galiba. Kesinlikle öyle çünkü hala yönetim kurulu başkan yardımcısı, öbür beyefendi yönetim kurulu başkanı, otur kalk, getir oğlum şuradan su ver, anlatabiliyor muyum yani. Oğlun torunları var.

- Ne zaman biter çocuğun, babanın ya da annenin gözünde çocukluğu? Bitmez galiba.

YY: Galiba ölümle bitiyor.

- Peki siz çocuklarınıza, yani bu işin uzmanısınız, size sormayacağım kime soracağım, var mı yani? Kendiniz de bunu hissediyorsunuzdur mutlaka.

YY: Çocuklarımı yetiştirirken birçok hata yapıyorum, öyle söyleyeyim.

- Yok onu demek istemedim aslında, çocuk-baba, baba-çocuk...

YY: Kolay olmayan bir şey, anne-babalık büyük bir sorumluluk, siz de evlat sahibisiniz, hepimiz burada birçok kişi bu sorumluluğu taşıyoruz, severek taşıdığımız bir sorumluluk ama inanın çok zahmetli bir iş. Özellikle Türkiye'de ihmal edilenin hayatın ilk yılları olduğunu düşünüyorum. Biz küçük çocuklara karşı genellikle gereğinden fazla müsamaakar ve şefkatli ama çocuklar o sınırları tanımadan, bilmeden büyüdüklerinde de onların kafasını ezmeye çalışan bir ana-babalık tarzımız var. Halbuki çocukken rutinleri, yani çocuğun hayatındaki rutinleri oluşturursak, çocukların büyüdükten sonraki, 11-12 yaşından sonraki dönemler aslında çok rahat geçiyor. Bu hani Avrupalılar-Türkler ayrımı karşılaştırması yapmak biraz sıradan kaçabilir ama hani tatil köylerinden hep kıyaslanır ya bizim çocukların arkasında anneler ellerinde kaşık koşturur, işte Alman ya da İngiliz çocuklar güzel güzel yemeklerini yer, ikinci tabak daha isterler. O fark işte oradan oluyor, o ilk 3-4 yıl içerisindeki yaklaşım tarzımıza çok bağlı.

- Aslında görev tarifi deyip de hani geriye dönecek olursam soruma sanıyorum siz bu şekilde bir anlamda...

YY: Yatma zamanı, sofra zamanı, ödev zamanı, televizyonu ne kadar seyrettiğiniz ya da bahçeden eve gelmek istemeseniz bile küçük bir çocuk olarak yemek saatinde babanız olacak, işte geleneksel muhafazakar yapıdan bahsediyorum, böyle aman aman bir durumdan da bahsetmiyorum.

- Kurumsallaşma dediğimiz şeyin tarifini sizin ağzınızdan da duymak isterim. Nedir kurumsallaşma? Bunca aile şirketiyle öyle ya da böyle vakit geçirdiniz, onlarla çalışıyorsunuz, kurumsallaşma aslında bu bir paketten şu anda konuştuğumuz birçok şey o paketin içindeki bölümlerden bazıları. Kurumsallaşmayı siz nasıl tanımlarsınız? Aile şirketlerinde kurumsallaşma mümkün mü?

YY: Bence kurumsallaşma tabii ki aile şirketlerinde mümkün çünkü aileler de kurumsallaşabiliyorlar. Ailelere baktığınız zaman ailelerin, işte çok yakın zamanda bir bayram tamamladık. Kurumsallığın en belirgin göstergelerinden birisi, ne yapacağınız bellidir bayramda, kimin kimi ziyarete gideceği, kimin elini öpeceksiniz, kimin elini sıkacaksınız, verilecek bahşişlerin oranları vesairesi bile çocuklara iyi kötü bellidir. Dolayısıyla aile eğer kendi işleyişi içerisinde öngörülebilirlik, kurallar, hürmet, saygı, sevgi, bu gibi esasları uygulayabiliyorsa bunu niye şirkete uygulayamıyor buna bakıyorsunuz. Direncin nerede olduğuna bakmak, direncin önemli bir bölümünü aile içerisinde uygulamaya çalıştığınız ilkeleri, oraya transfer edememekten, işte biraz önceki birinci çocuk meselesi. Birinci çocukların başına gelenler aslında, hani Anadolu'da yine bir laf var anamın ilki olacağıma dağlarda tilki olaydım diye, ilk çocuk işte aman varis, veliaht vesaire, vay haline aslında. İlk çocukların durumu mesela başlı başına bir kitap konusu.

- Onları herhalde sizden yeni kitaplarda öğreneceğiz diye düşünüyorum.

YY:Umuyorum.

- Zamanımızın aslında sonuna geldik, üzülerek öğreniyorum ama son bir sözünüz varsa bir cümleyle onu almak isterim bizi izleyen aile şirketleri için.

YY: Yani aile olmak dünyanın en güzel şeylerinden birisi, şirket kurmak da herhalde zevkli ve keyifli bir şeydir. Bu ikisini bağdaştırmanın yolu öncelikle aile olmaktan geçiyor, başlıyor..

Hiç yorum yok: